Kadınların yazıdan dışlanışının, yazının tarihi kadar eskiye dayandığını görebiliriz. Edebiyat sahnesine çıkmak isteyen kadınlarsa bu duruma çözüm olarak erkek mahlası kullanmayı tercih etti.
Dünyaya iletmek istediği sözleri ve duyguları olan, var oluşunu iletmek içinse kadın kimliklerini gizleyerek çözüm bulan yazarlar var. Peki neden eserlerini bir erkek mahlasıyla yazmak istediler?
Asıl neden, baştan aşağı erkek egemen olan bir sahnede ciddiye alınma arzusu. Çünkü dönem itibarıyla ya kadın yazarların eserleri yayınlanmıyor ya da yayınlanan eserler yoğun eleştiriye maruz kalıyordu.
Aynı zamanda kadın bir yazar olduğu için, yayın hayatında okur tarafından ciddiye alınmama ve satış yapamama kaygısı da mevcuttu.
1970’lerde büyük bir çıkış yapan James Tiptree Jr.’ın, 1976’da gerçek isminin “Alice Sheldon” olduğunu açıklamasıyla, kitap satışlarında düşüş yaşanmıştı.
Öte yandan sadece kitabın yazarının değil, ana karakterin de erkek olması büyük önem arz ediyor. Sheldon, erkek egemen bilim kurgu türünde daha iyi tanınmak istemişti. Tiptree adıyla yayınladığı bilim kurgu romanları ve kısa öyküleriyle çeşitli ödüller kazanarak başarısını kanıtladı.
Yıllar sonra bir röportajda, erkek mahlası kullanma zorunluluğun sebebini şöyle açıkladı: “Bir erkek ismi benim için iyi bir kamuflaj gibiydi. Bu kamuflaj sayesinde mercek altına alınmaktan kurtuluyor ve tıpkı bir erkek gibi rahatça hareket edebiliyordum. Buna ihtiyacım vardı çünkü hayatım boyunca lanet bir meslekteki ‘ilk kadın’ olduğum için fazlasıyla kötü deneyim yaşamıştım.”
Edebiyat dünyasında Bronte Kardeşler olarak girmeseydi, Uğultulu Tepeler eseri bizimle değildi.
Charlotte Bronte, Emily Bronte ve Anne Bronte; sırasıyla Currer Bell, Elise Bell ve Acton Bell mahlaslarını kullanan kız kardeşler, Viktorya Dönemi’nde erkek mahlası ile yazı yazan genç kadınlar arasında.
Bizzat Charlotte Bronte, bu isimleri kullanma konusunda şu yorumu yapmış: “Kendimizi kadın olarak tanıtmak istemedik çünkü kadın yazarlara ön yargı ile yaklaşıldığına dair bir izlenimimiz vardı, ki o zaman yazma ve düşünme biçimimizin ‘kadınsı’ olarak tabir edilen bir tarzı olduğunu düşünmüyorduk.’’
Emily Bronte’nin ise kaleme aldığı tek roman Uğultulu Tepeler, bugün İngiliz edebiyatının en önemli eserlerinden biri. Kız kardeşlerin en küçüğü olan Anne Bell ise Agnes Grey romanıyla biliniyor. Kız kardeşlerin 1946 yılında Poems by Currer, Elise and Acton Bell isimli ortaklaşa çıkardıkları bir şiir kitapları da var.
Erkek mahlası kullanıyor ve erkek kahramanlarına kadınlarla eşitlenen özellikleri tanımlıyor.
George Eliot mahlasıyla yazan Mary Ann Evans, Viktorya Dönemi’nin en ünlü İngiliz yazarlarından biri. Yazmaktaki amacının, tozlu sokaklardan ve tarlalardan gelen etten kemikten insanların yaşamlarını yansıtmak olduğunu belirtmişti.
Erkeklere özgü kabul edilen yazma uğraşını bir erkek ismi alarak sürdürürken, kadınlara özgü sayılan özellikleri de erkek kahramanlarına yüklüyor, ki günümüzde bile keskin çizgilere sahip bu konuyu Evans 1860’larda yazıyor.
Harry Potter’ın hikâyesini bir kadın yazıyor ama yayınevi, yazarın kadın olduğunun anlaşılmaması için J. K. mahlasını tercih ediyor.
J. K. Rowling mahlasıyla yazan yazar, mahlas kullanan kadın yazarlara en güncel ve popüler bir örnek. Harry Potter serisinin yazarı olan Joanne Rowling, J. K. mahlasını da bu kitabı için alıyor.
Yayınevi, erkek okuyucuların kadın bir yazarı okumaktan çekinebileceğini düşünerek yazarın erkek olduğu izlenimi uyandırmak için adının “J. K. Rowling” şeklinde yazılmasını tercih etmiştir.
Sözde çeviri roman örneklerinde gösterilen yazarımız, Nihal Zeynep Yeğinobalı.
Vincent Ewing mahlasını kullanan Yeğinobalı, erkek ismi kullanan kadın yazarlara coğrafyamızdan örnek verilebilecek birkaç kadın yazardan biri. Vincent Ewing adını koyduğu sözde Amerikalı bir yazarın imzasıyla, yazdığı ilk romanını Genç Kızlar adıyla yayımladı. Bu kitap, yıllarca yeni basımlar yaptı.
O dönem bir genç kadının cinsel içerikli yahut çağrışımlı bir roman kaleme alması hoş karşılanmayacağından ve yayımlanması kolay olmayacağından kitap sanki bir çeviriymiş gibi yayımlanmış. Roman, sözde çeviri konusunda çokça bilinen bir örnek.
Kadınca dergisinin Ağustos 1988 sayısında yayımlanan söyleşide Yeğinobalı diyor ki; “Roman yazabilirim diyordum kendi kendime ama bana ‘Sen daha küçüksün, büyüyünce yazarsın.’, diyorlardı. Hayatımı da çevirilerle kazandığım için ayrıca vakit ayırıp, böyle bir etkinliğe girmeme olanak yoktu. Bir gün yayınevinden bana acele bir çeviri gerektiğini söylediler. Bunun üzerine yayınevine elime geçen dergide çok güzel bir tefrika Amerikan romanı okuduğumu ve o romanı çevirebileceğimi söyledim. Telif sorunu çıkmaması için de tarihi eskiye attım, kabul ettiler. Böylelikle çeviri yapar gibi bir disiplinle Allah’ın her günü romanı yazdım. Her akşam üzeri yazdığım kısmı eksprese yetiştiriyordum. Ertesi gün elimde bir gün öncesinin son cümlesi dışında hiçbir şey olmazdı. 1,5 ayda bitirdim. Böylece ortaya çıkmış oldu.”
Ataerkil standartlara uymak dışında mahlas kullanan yazarlardan, Edith Maude Eaton.
Çinli-İngiliz yazar Edith Maude Eaton, ataerkil standartlara uymak için değil, Kuzey Amerika’da yaşayan Asyalılara yönelik ırk ayrımcılığı konusundaki derdini kendine otosansür uygulamadan anlatabilmek adına Sui Sin Far takma adını kullanmıştır.
Yazarın kendi dilinden seçtiği bu takma ad, Çinliler arasında popüler olan nergis çiçeğinin Kantonca adıdır.
Cinsel yönelimini paylaşmak istemedi, yeni bir kimlik yarattı.
Kadın yazarların erkek mahlasıyla yazmayı tercih etmelerinin üzerinde pek durulmayan bir başka nedeni de cinsel yönelimleridir.
1856 yılında Fransa’da doğmuş olan İngiliz yazar Violet Page, takma ad olarak Vernon Lee’yi kullanmış ve A Phantom Lover isimli romanını bu isimle yayınlandı. Vernon Lee, Paget’nin kendisine yeni bir kimlik yaratmak için seçtiği ismiydi.
Adını Geri Al projesi ile 25 kitap “kadın” yazar ismiyle yeniden yayımlandı.
Birleşik Krallık’ın en prestijli edebiyat ödüllerinden olan Women’s Prize for Fiction (Kadınlar Kurgu Ödülü), kendi isimleri yerine erkek isimlerini kullanan bu kadınları dert edindi.
2020 yılında “Adını Geri Al” isimli bir kampanya düzenleyerek takma isimle yazan kadın yazarlardan 25 kitap seçip onları kendi “kadın” isimleriyle yeniden yayımladı.
Erkek mahlası kullanımının tek sebebi, erkek egemenliği olarak belirlenmeyebilir; yazarların kendilerini nasıl ifade edeceklerini farklı şekilde deneyimledikleri durumlar da var.
Sonuç olarak, edebiyat dünyasının bir zamanlar tümüyle erkek egemenliğinde olduğu, pek çok kadın yazarın bu sahneye çıkabilmek için isimlerinden vazgeçmek zorunda kaldıkları bir gerçek.
Aynı zamanda yalnızca dünya dertlerini ve hislerini, aşklarını anlatmak için zorunda kaldıkları mücadele de cabası. Fakat yine de tüm kadınların erkek mahlasları altında ezildiğini söyleyemeyebiliriz. Bazen kendilerini ancak böyle ifade edebileceklerini düşünmüş olabilirler.
Kadın kimlikleriyle edebiyat sahnesinde yer alan ünlü yazarlar da cesaretleri ve duygularıyla ön planda kaldı.
- Tüm dünyanın yakından tanıdığı İngiliz romancı Jane Austen, kitaplarında sade ve dolaysız anlatımı ile olaylara farklı ve ironik açıdan bakması ile en sevilen kadın yazarlardandır. Eserlerinde güçlü kadın anlatımları ile modern romancılığın temsilcilerinden sayılmaktadır. Dünyaca ünlenmesine zemin hazırlayan romanı Gurur ve Önyargı diğer ismi ile Aşk ve Gurur dünya klasikleri arasına girmeyi başarmış bir başyapıttır.
- İngiliz yazar Agatha Christie, polisiye edebiyatın en önemli isimlerinden biri ve dedektif Hercule Poirot karakterinin yaratıcısıdır. Fransa’dayken vakit geçirmek üzere okuduğu dedektif öykülerinin daha iyilerini yazabileceğini düşünerek ilk polis romanı olan Styles’taki Esrarengiz Olay‘ı yazdı.
- Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un belki de en kolay okunan kitabıydı. Çünkü konu çok somuttu: Kadın ve Edebiyat. Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları ‘ezeli’ ve de ‘ezici’ bir soru bulunuyor: “Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?”.
- Mary Shelley en ünlü romanı olan Frankenstein’ı 1818’te yayımladı. Shelley, Frankenstein’ın yanı sıra Valperga (1823), Son İnsan (1826), öz-yaşam öyküsünü anlatan eseri Lodore (1835) ve ölümünden sonra yayımlanan Mathilde gibi birçok başka kitap yazdı.